Psikolojik Dayanıklılık
PSİKOLOJİK DAYANIKLILIK
Psikolojik dayanıklılık kavramının ilk ortaya çıkışı uzun
yıllar önce olsa da günümüzde özellikle salgın süreci ile beraber sıkça duymaya
başladığımız bir kavramdır. Ancak yaşamımızı çok daha verimli ve canlı
yaşayabilmek için çok önemli bir yere sahip olan bu kavram bazen yalnızca
yüzeysel bir terim olarak kalabilmekte, içselleştirmek için daha yakından ve
derinden bakmak gerekebilmektedir.
Psikolojik Dayanıklılık Nedir / Ne Değildir?
Psikolojik Sağlamlık olarak da isimlendirilen Psikolojik Dayanıklılık
kavramı İngilizce olarak “Resilience” (Rezilyans) bilinmektedir. Bu sözcük ilk
olarak 1674 yılında kullanılmıştır. Latince olarak resilliere’den gelmektedir.
Resiliere ise anlam olarak; yayın gerildikten sonra geri dönmesi gibi, geri
yaylanarak eski biçimine dönmesi anlamına gelmektedir. Kelime kökeninin
anlamına baktığında anlaşılacağı gibi, Psikolojik Dayanıklılık kavramı bireyin
zorlu durumlar ve olaylar karşısında gerildikten sonra yeniden yaylanma ya da
esneme özelliği göstererek eski hayat şekline dönmesi olarak
değerlendirilebilir. Hatta bu aşamada, psikolojik dayanıklılığa sahip
bireylerin eski haline dönmekten öte eskiye göre daha iyi biçim almaları da
mümkün olabilir. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi; psikolojik dayanıklılık hem
ruhsal hem de fiziksel esneklik ve dayanıklılıktır.
Yukarıdaki doğru tanımının yanı sıra, psikolojik dayanıklılık
halk arasında genel olarak bilindiği şekliyle düşüncelerimizi kontrol etmek ya
da kendimizi daha olumlu düşünmeye zorlamak değildir. Bu yanlış inanış kişiler
arası sohbetlerde aşağıdaki yorumları getirebilmektedir:
- Olumlu tarafından bak.
- Üzülme bu günler de geçecek.
- Boşver, takma kafana.
- Halledersin sen.
Bu cümleler kişinin psikolojik dayanıklılığına destek olan değil aksine kişiye, o anki ruh halinin ve duygusunun önemsenmediğini ve anlaşılmadığını hissettiren ifadelerdir.
Psikolojik Dayanıklılık
Gösteren Bireylerin Özellikleri Nelerdir?
Kişinin psikolojik dayanıklılığa sahip olabilmesi için genetik
faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir. Aile geçmişinde depresyon, kaygı
bozukluğu vb. olan bireylerin zorlu bir durum sonrası benzer şekilde psikolojik
zorluklar yaşayabilme ihtimali daha yüksektir.
Yapılan araştırmalardan bilindiği gibi bireyin yaşamında genetik faktörlerin etkili olmasının yanı sıra çevresel faktörler çok büyük bir yer kaplamaktadır. Kişi genetik olarak daha hassas bir mirasa sahip ise bile sahip olduğu çevresel özellikler sayesinde psikolojik dayanıklılığı olumlu yönde gelişebilmektedir. Bu noktada sosyal destek en önemli paya sahip olan çevresel faktörlerden biridir. Kişi hayatında ailesinden, arkadaşları ve yaşadığı toplumdan ne kadar destek alabiliyorsa o kadar fazla psikolojik dayanıklılık gösterebilecektir.
Bu bireylerin sağlıklı yaşama daha çok özen gösterdikleri,
uyku düzenlerini dikkate aldıkları, hayatlarına hareketi egzersizler ve spor
aracılığıyla kattıkları ve kendilerine özendikleri bilinmektedir.
Çocukluklarında genel anlamda, koşulsuz sevgiyi daha fazla
görebilen, kendilerini yeterli hissettiren ebeveynlere sahip olan, kendilerine
güvenebilen (diğer bir ifadeyle özgüvenleri yüksek olan), başarıyı performans
odaklı değil duygu odaklı yaşayabilen (sonuçta elde ettiğinden daha çok süreçte
öğrendiklerine odaklanabilen), hayatına
dair seçim hakkı elinde olan, ailesi aracılığıyla hayatında kendi değerleri
(dürüstlük, ahlak, doğruluk vb.) olan kişilerdir.
Tüm bu özellikler hem kendi çocukluğumuzu gözden geçirip eksik parçalarımızı tamamlayabilmek için hem de kendi çocuklarımızı yetiştirirken bize yol göstermesi için rehber niteliğinde ele alınabilir.
Psikolojik Dayanıklılığımızı
Geliştirmek için Neler Yapabiliriz?
- Zorlu durumlar karşısında o an hissettiğimiz duyguyla
kalabilmek, duygumuza sahip çıkmak ve ona şefkat gösterebilmek psikolojik dayanaklılığımızı
arttıran en temel stratejilerden biridir. Hayatında duygusuna hiç odaklanmayan
birinin zorlu bir durum karşısında direkt bunu yapmasını beklemek elbette
haksızlık olur. Bu nedenle, kişinin günlük hayatta kendisine en azından 5 dk
ayırıp o an nasıl hissettiğini anlamaya çalışması, buna değer vermesi önemli
bir başlangıç olacaktır.
- Çözümü başkalarından beklemek ya da suçu başkalarında bulmak
yerine kendi varoluşumuzla neler yapabileceğimize odaklanmak diğer önemli
stratejilerden biridir. Örnek olarak; “annem babam beni koşulsuz sevebilseydi
ben de şimdi daha dayanıklı bir yetişkin olabilirdim” düşüncesi doğru bir düşünce
olabilmekle birlikte eğer bu düşüncede saplanarak “onlar yüzünden dayanıklı
değilim, olamayacağım da” gibi gerçek dışı bir düşünceye gidiyorsa bu sağlıklı
değildir. Ancak bunun yerine “evet onlar beni koşulsuz sevseydi şu an daha
dayanıklı olabilirdim ama bu yaşımda benim de kendim için yapabileceklerim var,
dayanıklılığımı arttırmak için bir sürü seçeneğim var.” Yaklaşımı çok daha
psikolojik dayanıklılığı destekleyen bir yaklaşımdır.
- Önceden de bahsetmiş olduğumuz gibi genetik miras ve geçmiş
deneyimlerimizin ötesinde bugünkü sosyal bağlantılarımız ve sosyal
ilişkilenmemiz psikolojik dayanıklılığımız için çok değerlidir. Bu nedenle,
mümkün oldukça yakın çevremizle ilişkilerimizi devam ettirmek, farklı
çevrelerden yeni ilişkiler kurmak psikolojik sağlığımız için çok destekleyici
olacaktır. Salgın dönemi buna engel gözükse dahi aslında normal yaşantımızda
vakit bulup iletişim kuramadığımız uzaklıktaki tanıdıklarımızla bile teknolojik
araçlar sayesinde iletişime geçebildiğimizi unutmamak gerekir.
- Başkalarının iyi hissetmesini sağlayabilecek dokunuşlar
yapmak da yine kişinin kendi psikolojik dayanıklılığını arttıran faktörlerden
biridir. Yardım kuruluşlarına destek olmaktan, aile içindeki büyüklere hizmet
etmek, çocuklarla oyun oynamak, komşu ile yemek paylaşmaya kadar tüm haller
buna örnektir.
- İnsan zihninin birçok duyguyu aynı anda yaşayabildiğini fark
etmek ve mutsuzken bir anda keyiflendirebilen bir olayı fark edebilmek, dikkati
oraya yönlendirmek diğer stratejilerden biridir. Burada yanlış anlaşılmaması
için şunu vurgulamakta fayda olabilir: Kişi onu zorlayan duyguyu göz ardı etsin
ve hoşa giden duyguya odaklansın gibi bir durum tavsiye edilmemektedir. Aksine,
kişi o mutsuzluğu, üzüntüyü, korkuyu vb. yaşarken bir anda çocuğu, eşi, dostu
ya da televizyonda gördüğü bir kare sayesinde kısa süreli de olsa
keyiflenebildiğini fark etmesi önemlidir. Böylece kişinin kalbinde her duyguya
aynı anda bile yer olabildiği farkındalığı kişiyi güçlendirecektir.
- Son olarak, kişinin kendi yaşamında kendine yer açabilmesi için anda kalabilmesi önemlidir. “Anda kal” ifadesi de günümüzde çok sık kullanılarak anlamını zaman zaman yitirebilse de anlaşılması çok değerli yaşam hallerinden biridir. Anda kalabilmek, kişinin meditasyon, yoga gibi yöntemlerle başvurabileceği gibi bir parkta, deniz kenarında ya da evinde gökyüzüne bakarak 5 dk dahi olsa yalnızca kendisi ile o anda kalabilme becerisini anlatmaktadır. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların kendilerine bu vakti tanımakta daha çok zorlandıkları görülmektedir. Ancak alışkanlık haline getirildiğinde etkileri de fark edilmeye başlanacaktır.
Kaynakça: Seçkin,
Ş., & Hasanoğlu, A. (2016). Çocukta rezilyans. İstanbul: Remzi
Kitabevi.